Kayıtlar

DİKENLİ YOL

Resim
Bir ikindi vakti kısa bir yürüyüşe çıktım. Covid-19 yüzünden dışarı çıkmakla çıkmamak arasında kalsam da dışarı çıkıp temiz hava alma isteğim daha ağır bastığından yürüyüşe çıktım. Tabi ki maskemi taktım, kolonyamı sürdüm ve sosyal mesafemi koruyup hiçbir şeye değmeden çıktım dışarı. Bir de baktım ki insanların çoğu yürüyüşe çıkmış. Ve ilginç bir şekilde herkes sözleşmişçesine yolun sadece bir tarafından yürüyor. Yolun diğer tarafı ise bomboş. Tabi dikenler ve ötüşen kuşları saymazsak! Acaba bu insanlar için dikenler, virüsün bulaşma riskinden daha mı tehlikeliydi? Ben ayağımda sandalet dikenli yolda yürüdüm. Ara ara dikenler ayağıma battı ya da kıyafetime takıldılar. Ama yolumu değiştirmedim. Çünkü Covid-19 mu dikenler mi daha tehlikeli diye sordum kendime. Tabi ki Covid-19 daha tehlikeli! Ben bu şekilde yürümeye devam ederken karşı yoldaki insanlar yan yana baya bildiğimiz sosyal mesafenin hiçe sayıldığı bir yürüyüş yapıyorlardı. Sağlıkları için çıktıkları yürüyüşte sağlıklarını hiçe...

Denge : İyilik Hali

Resim
Önceleri alışverişlerde kullanılan kefeli teraziler vardı. Satın almak istediğiniz ürünler bir kefeye ve  ağırlıklar bir kefeye konulur ve kefelerin birbirine denk gelmesi beklenirdi.Tabi çağın gerisinde kalamayacağımızdan her yerde kullanır olduğumuz teknoloji ürünü elektronik terazilerimiz var artık. Çocukluğumda o kefeli terazilere her baktığımda "Aa denge ne kadar şahane. Dengeye gelirse alışverişi tamamlayacağız ve eve gidebileceğiz" diye düşünürdüm. Terazinin kefeleri denkse alışveriş yapılabilir demekti. Bu da eve gidebiliriz demekti.  Bugün o kefeli teraziler hala şahane geliyor, denge vurgusundan dolayı. Bugün bir psikolojik danışman olarak ruh sağlığı açısından da dengenin ne kadar şahane olduğunu tekrar görüyorum. Ruhun ve bedenin dengesi iyilik halinde oluşumuzla doğrudan ilişkilidir. Psikopatolojide kişiyi "iyilik hali"nden çıkaran ne varsa bu denge halinin bozulmasıyla ilişkilidir. Bir depresif hayatın hep karamsar yönüne bakıyor gibiyken bir manik hay...

İnsanın Tarifsizliği

Resim
Biri bize kim olduğumuzu sorduğunda muhtemel cevabımız ; "Bu"yum, "Şunlarcı"yım..gibi birtakım kavramlar, etiketler, sıfatlar listesi olur genelde. Kendimizi tanımlamak için sık sık birtakım tariflere başvururuz. Ancak bu tarifler ne kadar bizi anlatıyordur orası merak konusu. Tariflerle çeşitli ilişkilerimiz vardır. Kimi duyulmadık bir kelime kullanmaya bayılır. Bu bilinmedik kavramın onu entelektüellerden biri olarak göstereceğini, diğerlerinden farkını ortaya koyabileceğini ya da dikkat çekici göstereceğini düşünüyor olabilir. Kimi sürekli tarifler vermeye bayılır. Kimi tarif vermenin anlamsız olduğunu düşünür. Peki ya kendimize dair verdiğimiz tarifler kendi hayatımızda gerçekten bir karşılık buluyor mu? Ya da yanlış tarif verdiysek? Ya tarifimiz başkaydı ve henüz keşfetmemişsek? Ya kendimi eksik tarif etmişsek? Ya bir tarif vermek anlamlı değilse? Biraz sorularımıza cevap arayalım. Öncelikle tarif verirken unuttuğumuz bir şeyi vurgulamak istiyorum. İnsanoğlu ol...

Hata Yaptım!

Resim
Herkesin hayatında sayısız defa bilerek ya da bilmeyerek yaptığı şey ; hata. Öyle kaçınılmaz ki hata yapmayı insan tabiatının bir parçası olarak görebiliriz diye düşünüyorum. Hata yapmanın kişiden götürdükleri olduğu kadar kişiye getirdiklerinin olduğu da aşikar. Ben hata yapmanın götürdükleriyle ilgili konuşmayacağım. Çünkü bu herkesin kendi vicdanıyla yapması gereken kişisel sohbetidir. Belki dikkatimizi hata yapmanın hayatımıza, kişiliğimize neler getirdiklerine yöneltirsek, kaçınılmaz olarak yapacağımız hatalarla olan ilişkilerimize yapıcı bir şekilde yaklaşabiliriz. Tabi bu demek değil ki hata yapmayı öveceğim ya da haydi bilerek isteyerek hatalar yapın diyeceğim! Hatanın getirileri üzerine konuşacağım çünkü kaçınılmaz olarak var! Var ise neden bu hayatımızı zenginleştiren bir deneyim olmasın? Neden bizi aşağıya çeken, kendimizle ya da hayatla olan ilişkilerimizi yıkan bir duruma dönüşmüş olsun? Bir çocuk yürümeyi öğrenirken, konuşmayı öğrenirken öyle çok hata yapar ki bütün hata ...

Çiçeğin Varoluşu

Resim
Bir çiçek nasıl varoluşur? Tohum toprağa batıp gömülürse, yağmur gökten düşüp yerin dibine girerse, hepsi karanlıkta bir müddet kalırsa, tohum çatlarsa, filiz baş kaldırırsa...Çiçek açınca da bir tek zarafetini görürsün ; çilesini göremezsin. Çilesi görülemez ve bazen de öngörülemez. Çiçeğin çilesi ancak varoluşuna eşlik edilerek yaşanabilir. Bir çilen yoksa bir çiçek olamazsın. Çiçek hayalleri de kuramazsın. Çilen varsa ve sen bir çiçek olacaksan ; zaten çiçek kokuları yayarsın, zarafetini ortaya koyarsın, çileden çıkmazsın. Bir çilen yoksa bir çiçek olamazsın.  Fotoğraftaki çiçeğin büyüklüğü 5 kuruşluk , değeri yok, ölçülemez. Çiçekler insanların yaptığını yapıp hata yapmaktan korksaydı, yalnız kalmamak için her yola başvursaydı, diğerlerinin hakkında ne düşüneceğiyle kendini sınırlamış olsaydı, adım atmaktan korksaydı, yenilikten korksaydı, kendi potansiyelini inkar edip açığa çıkarmasaydı.. Baharlar asla gelmezdi. Bir çilen yoksa bir çiçek olamazsın. İnsanın baharı ; mutsuzluğu...

Yalancı Bahar

Resim
Zamansız açan çiçeğin kokusunu alırsın ancak meyve vermeye fırsatı olmadan ya don olur ya fırtına. Ve çiçek geldiği gibi erken gider. Bu ağaç için bir kayıptır. Aceleci oluşu ağaca meyvesiz bir mevsim geçirtir. Oysa yılın bir mevsimine saklamıştı onca sabrını, kuru dallarında açacak olan filizlerini, kokulu taç yapraklarını. Hayal edebilir miydi ki bir şey olacak ve hesapsız bir nasipsizliğe düşecek? Peki ya yalancı bahara ne demeli? Yalancı bahara aldanması ağacın suçu mu? Yalancı baharın hiç mi suçu yoktu? Ağaç, bahar geldi diyen koşullara ; varoluşuna, tabiatına uyumlu aktif bir yanıt vermişti sadece, filiz vererek, çiçek açarak...Zamansız çiçekleri gören insan için yalancı bahar daha inandırıcı bir hal alır. Öyle ki insanoğlu da ikna olur : Evet bahar geldi! İnsanoğlu da acele eder. İnsanoğlu da bahar geldi diyen koşullara ; varoluşuna, tabiatına uyumlu bir cevap verir, kışlıklarını kaldırır, yazlıklarını çıkarır, ısıtıcısını kapatır, rüzgarlı havalara bırakır kendini, her çiçeği k...

Mutsuzluk Lüksü

Resim
Mutluluk baskısı var üzerimizde. Öyle ki ilan panoları, broşürler, dergiler, reklamlar, gazete ve bazı kitaplar sürekli olarak "Mutluluk!" diye bağırır. Mutluluğun yolları öğretilmeye çalışılır, mutsuzluğun dezavantajları büyütülür ve mutlak suretle canavarlaştırılır. Mutluluğun standartlaştırılmış tarifleri verilerek mutluluğunuz ölçülmeye çalışılır. Peki mutluluk ne kadar ölçülebilir ki? Diyelim ölçtük, hangi koşullarda, ne kadar süre mutlu olunabilir? Sürekli mutlu olabilir miyiz? Sürekli mutlu olduğumuzu varsayalım. Fizyolojimiz sürekli mutluluk halinin getirisi olarak yüksek miktardaki serotonin, dopamin gibi hormonları ne kadar kaldırabilir? Üretilmiş hormonlar kullanıldıktan sonra yenilerini üretmek belli bir zaman gerektirmekte ve sürekli tüketim-üretim yapmak vücut için yorucu olabilir. Bir hormonun fazla ya da az çalışması vücut sistemimizde birtakım hastalıklara davetiye çıkarabilir. Sürekli mutlu olsaydık bir süre sonra buna alışır, mutluluk seviyemizin düşmesi ih...